Şimdi yükleniyor

2018’in Ekonomisi şimdiden İpotekli

2018’in Ekonomisi şimdiden İpotekli

2017 için sonda söyleyeceğimizi baştan söyleyelim. Türkiye, her yönüyle kayıp yıllara bir yenisini daha ekledi. İşsizlik, bütçe açığı, dış ticaret açığı, cari açık, TL’nin diğer para birimleri karşısındaki değer kaybı, artan özel kesim borçları, kamu-özel işbirliğiyle yapılan projelerden gelen yük, Kredi Garanti Fonu ve Varlık Fonu krizin asli dinamiklerini oluşturuyor.

Buna kanun hükmünde kararnameler (KHK) ile ortadan kaldırılan parlamento, hukuk ve demokrasiyi, sarayın, siyasi partiler ve muhalefeti tutsak almasını da ekleyin. İhale yolsuzlukları başta olmak üzere her tür yolsuzluk, kayırmanın yarattığı çürümüşlükleri de es geçmeyelim. Bunların toplamı 2017’yi verecektir.

Bütçe açığı öngörülenden daha hızla yükseliyor. Enflasyonun önü tutulamıyor. Türk Lirası hızla değer kaybediyor. Sarayın ve hükümetin niyetlerinin aksine faiz oranları yükseliyor. Dış ticaret açığı ve cari işlemler açığı büyüyor. İşsizlik çift haneli rakamlardan aşağı çekilemiyor. Döviz cinsinden borçlanmanın GSMH’ye oranı ve miktarı hızla artıyor. Özel kesimin kısa vadeli borçları yakın dönemin en önemli sorununu oluşturuyor.

Döviz kazandırıcı işlerle iştigal etmeyen firmalara döviz cinsinden borçlanmaya bu iktidar döneminde, 22 Haziran 2009’da Resmi Gazete’nin 2009-15082 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla izin verilirken, gelinen noktada tablonun firmalar açısından her geçen gün sıkıntılı bir hal aldığı görülüyor. Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek’in, döviz kazancı olmayan firmaların döviz ile borçlanmalarına izin verilmeyeceğini söyledi.

Ekim 2017 itibarıyla özel sektörün uzun vadeli döviz kredileri 217,074 milyar dolara ulaştı. 2011 yılında bu rakam 126,825 milyar dolardı. Kamu ve özel kesim dış borç stoku 2017’de 432,4 milyar dolara ulaşmış vaziyette. Kısa vadeli özel toplam dış borç stoku 173,44 milyar dolar.

2017’nin üçüncü çeyreğinde gerçekleşen yüzde 11,1’lik büyüme, 2017’de hükümeti sevindiren tek “pozitif” gelişme olurken, tartışmaları da beraberinde getirdi. Ama büyümenin dinamiklerine eğildikçe gerçek tablo ortaya çıkmaya başladı. En azından konuyu dert edinenler açısından… Hem teknik olarak hem de dinamikleri açısından son derece riskli bir büyüme rakamı ile karşı karşıya olduğumuza dair ikna edici yeterince birçok neden var.

Cari dönemde büyümenin olanakları ve imkanları nelerdir? Hangi dinamikler ekonomide kalkınmayı beraberinde getirecektir? Hangi büyüme dinamikleri işsizliği, gelir dağılımını, bölgesel eşitsizlikleri derinleştirmeyecektir? Ülkenin ihtiyaç duyduğu büyüme böyle bir büyümedir. Zira büyüme sadece rakamlara indirgenemez.

Türkiye ekonomisinin neredeyse son 20 yılına damgasını vuran temel büyüme dinamiği, dış sermaye girişlerinin artışına ve azalışına bağlıdır. Sanayi ve tarımın payı azalırken, hizmetler sektörünün payı artmakta. Turizm gelirlerinin payı dalgalı bir seyir izlemektedir. Son  yıllardaki en önemli büyüme dinamiğini inşaat sektörü, büyük altyapı yatırımları ve türevleri oluşturmaktadır. Şimdi büyük projeler önemli oranda tamamlandı. İnşaat sektörü ciddi bir balonla karşı karşıya… Önümüzdeki dönemde bu dinamikler ortadan kalkarsa büyümeyi yukarı çıkaran önemli bir etken daha ortadan kalkacaktır. Böyle bir durumda yüzde 3-4’lük büyümeler bile hayal olabilir.Gelinen noktada büyüme dinamiğini bunların oluşturduğunu görüyoruz.

Büyüme oranları ortalama olarak yüzde 5-6 aralığında olurken, zaman zaman yüksek çıkan büyüme oranlarının bir önceki yıllardaki büyük daralmanın ertesinde baz etkisiyle olduğu görülüyor. TÜİK verilerine göre, Türkiye ekonomisi, 2016 yılı çeyrek dönemler itibarıyla yüzde 4,8, yüzde 4,9, yüzde -0,8 ve yüzde 4,2 büyümüştü. 2017 yılında ise sırasıyla yüzde 5,3, yüzde 5,4 ve yüzde 11,1 büyüdü.

2017’nin üçüncü çeyreğinde büyüme rakamında bir önceki yıla göre büyük artış kaydedilmesinin temel nedeni, baz etkisinin yanı sıra başka dinamiklerin de devreye girmesidir. Her şeyden önce Nisan 2016 referandumuna yönelik Kredi Garanti Fonu (KGF) ile açılan kredi muslukları, beyaz eşya, mobilya, otomobil gibi tüketim mallarında belli bir süre düşürülen KDV, ÖTV, vergi ve sigorta afları büyümenin dinamiğine katkı yapan nedenlerdir.

Büyümenin hangi sektörlerde yüksek olduğuna bakıldığında, dayanıklı tüketim malları, sanayi yatırımları ve inşaat sektörünün önde yer aldığı görülüyor. Satılan dayanıklı tüketim mallarının üretimi artmış ve stoklar yerine konulmuş olabilir. Bunun bir konjonktür olduğu ve sürekliliğinin olamayacağı aşikardır.

Diğer önemli bir etmen ise kayıt dışı sermaye girişleri ve sıcak para girişinin bu dönemde yükselmiş olmasıdır.

Büyümeyi artıran diğer önemli etmen ise, OHAL uygulamaları nedeniyle baskı altına alınan emek taleplerinin baskılanması, OHAL’in sermayeye istediğini yapma imkanı vermesidir. Bunu en açık ve dolaysız şekilde Cumhurbaşkanı Erdoğan açıklamıştı. OHAL döneminde hiç bir greve izin verilmediğini, bunun sermaye için bir bulunmaz bir ortam olduğunu açık bir şekilde söylemişti.

2017’yi bitirirken toplumu daha da baskı altında alan 696 ve 697 sayılı KHK’lar ile 2018’de siyasi riskler artacak ve çatışma ortamına zemin hazırlayacaktır. Siyasi tutuklulara tek tip elbise giydirilmek isteniyor. Gazetecilerin savunmalarını yapmasına mahkemeler izin vermiyor. Siyasi parti genel başkanlarının ve milletvekillerinin Anayasa Mahkemesi’ne başvuruları reddediliyor.

Komşu ülkelerle son derece gerilimli ve çatışmalı dil kullanılmaya devam ediliyor. Bütün bunların üzerine ABD’de görülen Zarrab davasının bankacılık sektörüne getireceği ceza yükü ve risk priminin kredi piyasasının daralmasına, kredi faizlerinin yükselmesine yol açması kaçınılmaz görünüyor. Bütün bu gelişmeler yaşanırken muhalefete ise daha sert, radikal ve bütün mağdurları kapsayıcı bir rol düşüyor. Faşizm uygulamaları artarken, şüphesiz direniş de artacaktır.

Bu içeriği paylaşın:

Yazar

Yorum gönder